Toplumsal Sınıflar İçin Psikolojik Sorunlar
Bireyin ruh sağlığı, içinde bulunduğu toplumsal sınıfın zorlukları ve dayattığı baskılarla şekillenir.
Toplumda bir yerlere ait olmaya çalışırken, yaşadığınız stresin, kaygının ya da içinizde hissettiğiniz yetersizlik duygusunun, yalnızca size özgü olmadığını hiç düşündünüz mü? Ya da toplumda daha üst sıralarda yer alan insanların sorunlarının neden daha çok görünür olduğunu? Çoğu zaman "psikolojik rahatsızlık" dendiğinde, bu sorunların bireysel olduğu düşünülür. Ancak bireyin ruh sağlığı, içinde bulunduğu toplumsal sınıfın zorlukları ve dayattığı baskılarla şekillenir. Bu yazıda, toplumsal sınıfların ruh sağlığımızı nasıl etkilediğini, sorunların sınıflara göre nasıl görünür hale geldiğini ve toplumun bu farklılıkları bazen bir baskı aracı olarak nasıl kullanabildiğini inceleyeceğiz.
Alt Sınıfların Görünmeyen Psikolojik Mücadeleleri
Alt sınıf denildiğinde çoğu insanın aklına maddi zorluklar, işsizlik ve geçim derdi gelir. Ancak maddi imkânsızlıklar, alt sınıfa mensup bireylerin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik olarak da yüklerini artırır. Ekonomik yetersizlik, bireyin hayatında bir güven eksikliği yaratır. Sıkışmışlık hissi, düşük gelirli bireylerde daha yüksek stres, anksiyete ve depresyon riskine yol açar. Peki, bu bireylerin psikolojik sorunları neden daha az görünürdür?
Genelde, alt sınıf bireylerin sorunları "kişisel yetersizlikler" veya "disiplinsizlik" olarak nitelendirilir. Üst sınıftan biri tükenmişlik sendromu yaşarken anlayışla karşılanır; alt sınıftan biri depresyondaysa "işini sıkı tut" denir. Toplumun bu bakış açısı, alt sınıfa ait bireylerin sorunlarını görünmez kılar. Sanki alt sınıftaysanız, ruh sağlığınızla ilgili yaşadığınız her şey sizin suyunuzda çözülmesi gereken bir meseledir.
Üst Sınıfın "Daha Kabul Edilebilir" Psikolojik Sorunları
Üst sınıf, toplumda ekonomik ve sosyal olarak güçlü bir konumda olduğundan, yalnızca servetleri değil, sorunları da dikkat çeker. Üst sınıftan biri depresyonda olduğunda, bu bir tür “anlaşılabilir yük” olarak görülür. Kişi “başarısının bedelini” ödüyor gibi algılanır. Narsisistik eğilimler, tükenmişlik sendromu, başarı kaygısı... Tüm bu sorunlar, bir tür statü göstergesi haline bile gelebilir. Bu insanlar için depresyon, alt sınıfta bir zayıflık belirtisi gibi değil, "stresin doğal bir sonucu" gibi görülür.
Burada insanın aklına kaçınılmaz bir soru geliyor: Psikolojik hastalıklar bile neden sınıfsal önyargılarla farklı anlamlar kazanıyor? Görüldüğü gibi, ekonomik gücü olan bireylerin sorunları yalnızca daha görünür değil, aynı zamanda daha kabul edilebilir bir biçime bürünür. Bu ayrıcalık, toplumun üst sınıfın sorunlarına gösterdiği hoşgörüden kaynaklanır.
Aşağılık Kompleksi: Alt Sınıfın "Yetersizlik" Algısı
Bir diğer önemli psikolojik etken ise "aşağılık kompleksi." Alt sınıf bireyler, genellikle kendilerini daha yetersiz, daha değersiz hissetme eğilimindedir. Kendilerini her an topluma ve üst sınıfa kanıtlama ihtiyacı duyarlar. Sürekli kıyaslanma, eleştirilme ve küçümsenme tehlikesi altında hissetmek, aşağılık kompleksini tetikler. Bu kompleks, kişiyi hırçınlaştırabilir, onu kendini savunmaya itebilir ya da tam tersine içine kapanmasına neden olabilir.
Bu noktada kendinize sormanız gereken bir soru var: Bireylerin toplumsal sınıflarından ötürü kendilerini eksik veya yetersiz hissetmeleri normal mi? Toplum, bu duyguları tetikleyerek kişileri sınıfsal düzene uygun bir şekilde davranmaya mı itiyor?
Psikolojik Hastalıklar Bir Denetim Aracı mı?
Psikolojik rahatsızlıkların zaman zaman bir denetim aracı olarak kullanıldığına da şahit oluruz. Alt sınıfa mensup bireylerin sorunları toplumsal normlara aykırı bir hal aldığında, bu bireyler “hasta” veya “deli” olarak etiketlenip toplumdan dışlanır. Toplumsal sınıflar arası eşitsizlik yalnızca maddi bir ayrım yaratmaz; aynı zamanda bireylerin toplum içindeki konumlarını da belirler. Örneğin, düşük gelirli bir birey yüksek sesle hak aradığında, bu “kabalık” veya “uygunsuzluk” olarak görülürken, üst sınıftan biri aynı davranışı sergilediğinde “cesur bir çıkış” olarak nitelendirilebilir.
Toplum, psikolojik rahatsızlıkları sınıfsal bir denetim aracı olarak kullanarak alt sınıfı "düzen dışı" olduğunda marjinalleştirir. Bu marjinalleşme, bireylerin kendi seslerini duyurmalarını engellerken, üst sınıfın sorunlarına gösterilen ilginin artmasına yol açar.
Sınıfsal ayrımlar, psikolojik hastalıkları yalnızca bireysel değil, toplumsal bir sorun haline getirir. Toplumdaki bu derin ayrım, bireylerin hem ruhsal sağlığını hem de kendilerine olan bakış açılarını şekillendirir. Alt sınıf bireylerin sorunları, toplumsal normlara uymadığında “kişisel bir eksiklik” olarak görülürken, üst sınıf bireylerin sorunları daha fazla empatiyle karşılanır.
Burada sorulması gereken önemli bir soru var: Toplum olarak psikolojik hastalıkları sınıfsal önyargılardan arındırarak tüm bireylere eşit bir biçimde yaklaşabilir miyiz? Cevap evet. Ancak bu, tüm bireylerin ruh sağlığına eşit bir biçimde erişim sağlayabileceği bir toplum düzeninin kurulmasıyla mümkündür. Toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren sınıf ayrımına dayalı önyargılar, yalnızca bireylerin kendilerine olan güvenlerini değil, aynı zamanda toplumun adalet algısını da zedeler.
Sonuç olarak, psikolojik rahatsızlıkların sınıfsal ayrımlardan arındırılması ve bireylerin ruh sağlığına eşit erişim imkânına sahip olması, yalnızca bireylerin değil, tüm toplumun iyileşmesine katkı sağlayacaktır. Öyleyse, toplumun tüm bireyleri için sağlıklı bir ruh halini amaçlayan, adil bir düzeni kurmak bizim elimizde değil mi?