Türkiye’de Toplumsal Tahammülsüzlük: Kutuplaşmanın Sosyolojik Dinamikleri ve Çözüm Önerileri

Toplumsal tahammülsüzlük üzerine sosyolojik bir inceleme.

Toplumsal Tahammülsüzlük Nedir?

Son yıllarda Türkiye'de, farklı ideolojik, etnik, dini ve cinsiyet temelli gruplar arasındaki tahammülsüzlük, toplumda derin yarılmalara yol açmaktadır. Özellikle sosyal medya, siyasi tartışmalar ve gündelik ilişkilerde ortaya çıkan bu tahammülsüzlük, insanların farklılıklarıyla bir arada yaşama kapasitesini zorlar hale gelmiştir. Farklılıkların kabulü yerine, kutuplaşma ve ötekileştirme davranışları giderek daha belirgin hale gelmiştir.

Bu makalede, Türkiye’de toplumsal tahammülsüzlük olgusunun sosyolojik ve tarihsel temelleri incelenecek, bu durumun güncel yansımaları ve çözüm yolları ele alınacaktır. Konu; siyasal kutuplaşma, etnik ve dini farklılıklar, cinsiyet temelli ayrışmalar gibi temel başlıklar altında tartışılacaktır.


Tarihsel Arka Plan: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Toplumsal Farklılıklar ve Kutuplaşma

Tahammülsüzlük, Türkiye toplumunda ortaya yeni çıkmış bir sorun değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok etnisiteli yapısında özellikle de imparatorluğun son dönemlerinde milliyetçilik hareketleri ile bu tahammülsüzlükler pekişmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşu ile homojen bir ulus-devlet oluşturma hedefi, toplumdaki farklılıkları bastırma çabasıyla sonuçlanmıştır. Özellikle etnik ve dini grupların kamusal alandaki varlığı sınırlandırılmış, bu da farklılıklara yönelik tahammülsüzlük doğurmuştur.

Çok partili hayata geçiş ve Soğuk Savaş yıllarındaki sol-sağ çatışmaları, tahammülsüzlüğün derinleşmesine katkıda bulunmuştur. 1980’li yıllar, Kürt sorunu ve laik-dindar gerilimi gibi toplumsal meselelerin şiddetlendiği bir dönem olmuştur. Özellikle 2010’lu yıllardan sonra iktidar ile birlikte siyasi kutuplaşmanın daha da derinleşmesi, toplumun farklı kesimleri arasında hoşgörüsüzlüğü artırmıştır.

Toplumsal Dayanışmanın Zayıflaması

Emile Durkheim’ın “toplumsal dayanışma” kavramı, Türkiye’deki tahammülsüzlüğü anlamada kilit bir role sahiptir. Durkheim, modern toplumlarda dayanışmanın iki türü olduğunu savunur: mekanik ve organik dayanışma. Geleneksel toplumlarda mekanik dayanışma, yani benzerliklere dayalı birliktelik, toplumda uyumu sağlarken, modern toplumlarda farklılıklar organik dayanışmayı gerektirir. Türkiye’de hızlı sosyo-ekonomik dönüşümler ve kimlik politikalarının öne çıkması, bu dayanışmanın zayıflamasına neden olmuştur.

Sembolik Şiddet ve Habitus

Pierre Bourdieu’nun “sembolik şiddet” kavramı, Türkiye’de tahammülsüzlüğü anlamak için önemli bir araçtır. Bourdieu, egemen grupların sembolik araçlarla diğer gruplar üzerinde baskı kurduğunu söyler. Türkiye’de siyasi iktidarın ve medyanın kutuplaştırıcı dili, farklı görüşlere ve yaşam tarzlarına karşı bir tahammülsüzlük ortamı yaratmıştır. Özellikle medya ve sosyal medyada görülen nefret söylemleri, bu sembolik şiddetin bir örneğidir.

Medeniyet Süreci ve Duygusal Kontrol

Norbert Elias’ın “medeniyet süreci” kavramı, bireylerin ve toplumların kendi duygusal tepkilerini kontrol etme yetisinin gelişimiyle ilgilidir. Türkiye’de son yıllarda yaşanan ekonomik krizler, siyasal belirsizlikler ve pandemi gibi olağanüstü koşullar, bireylerin bu denetim mekanizmalarını zayıflatmıştır. Toplumsal öfkenin dışavurumu, sosyal medyada linç kültürüne, sokakta ise çatışmalara dönüşmüştür.

Kamusal Alanın Çöküşü

Hannah Arendt’e göre, kamusal alan farklı görüşlerin bir arada tartışılabileceği, toplumsal anlaşmazlıkların çözülebileceği bir alandır. Türkiye’de kamusal alanın daralması, insanların farklı fikirlerle etkileşim kurma imkanını azaltmıştır. Kamusal alanın çöküşü, kutuplaşma ve tahammülsüzlüğü tetikleyen en önemli etkenlerden biridir. Sosyal medyanın da bu süreçte kutuplaşmayı artırdığı gözlemlenmektedir.


Tahammülsüzlüğün Günümüzdeki Görünümleri

Siyasi Kutuplaşma

Türkiye'de siyasal kutuplaşma, toplumdaki tahammülsüzlüğün en bariz örneklerinden biridir. 2013 Gezi Parkı protestoları, bu kutuplaşmanın ne kadar derinleştiğini gözler önüne sermiştir. Dönemin mevcut iktidarı ile muhalefet arasındaki çatışmalı dil, toplumsal yaşamda hoşgörüsüzlük kültürünü beslemiştir. KONDA’nın 2020’de yaptığı bir araştırma, toplumun yüzde 70'inin birbirine güvenmediğini ve kutuplaşmanın derinleştiğini göstermektedir. Bu tür siyasi gerilimler, gündelik yaşamda karşıt siyasi görüşlere tahammülsüzlüğü artırmaktadır.

Etnik ve Dini Farklılıklar

Kürt meselesi ve Alevi-Sünni gerilimi, Türkiye'de uzun süredir toplumsal tahammülsüzlüğü tetikleyen önemli dinamiklerdir. Özellikle Kürt kimliğinin ve dilinin kamusal alanda görünürlüğüne dair talepler, tahammülsüzlükle karşılaşmaktadır. 2023 yılında yaşanan Suriyeli mültecilere yönelik şiddet olayları, Türkiye’deki etnik tahammülsüzlüğün yeni bir boyutunu ortaya koymuştur. Göçmen karşıtlığı, toplumdaki ekonomik sıkıntılarla da birleşince, farklı gruplara karşı düşmanlığı artırmaktadır.

Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

Kadınlara ve LGBT+ bireylere karşı tahammülsüzlük, Türkiye’de toplumsal gerilimin başka bir boyutudur. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre, 2022 yılında 300’den fazla kadın, erkek şiddeti nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Kadına yönelik şiddet ve LGBT+ bireylere karşı nefret söylemi, toplumsal tahammülsüzlüğün cinsiyet temelli yansımalarıdır. Özellikle LGBT+ bireylere yönelik ayrımcı tutumlar, siyasi söylemlerde de yer bulmakta, bu kesimlere karşı tahammülsüzlük politik düzeyde desteklenmektedir.


Toplumsal Tahammülsüzlüğün Sonuçları

Tahammülsüzlük, toplumda sadece bireyler arasındaki ilişkileri değil, demokrasi ve sosyal uyumu da tehdit etmektedir. KONDA'nın bir araştırması, kutuplaşmanın Türkiye’de demokrasinin işleyişini engellediğini ve toplumun farklı kesimleri arasında ciddi bir güven kaybına yol açtığını göstermektedir. Bu güvensizlik, toplumsal barışın zedelenmesine, çatışmaların artmasına ve şiddetin yükselmesine neden olmaktadır.

Toplumsal tahammülsüzlüğü aşmak için, hem bireysel hem de kurumsal düzeyde bazı adımlar atılabilir:

Eğitim Sistemi: Hoşgörü ve Empati Eğitimi

Eğitim sistemine farklılıkları kabul etmeyi, hoşgörüyü ve empatiyi teşvik eden müfredatlar eklenmelidir. Farklı etnik, dini ve cinsiyet kimliklerine saygıyı artıracak ders içerikleri geliştirilmeli, öğrenciler arasında farkındalık artırılmalıdır.

Sivil Toplum Kuruluşları ve Diyalog Platformları

Toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelerek ortak sorunlar üzerine konuşabileceği diyalog platformları oluşturulmalıdır. Sivil toplum kuruluşları bu süreçte aktif rol alarak, hoşgörü kültürünün yaygınlaşmasına katkıda bulunabilir.

Medya ve Sosyal Medya Düzenlemeleri

Sosyal medyada nefret söylemi ve dezenformasyonu engelleyecek yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Medya organları, kutuplaştırıcı dil kullanmaktan kaçınmalı ve farklı kesimlere eşit bir şekilde yer vermelidir.

Sonuç yerine, Türkiye’de toplumsal tahammülsüzlük; çok boyutlu ve derin köklere sahip bir sorundur. Bu tahammülsüzlük, siyasi, etnik, dini ve cinsiyet temelli kutuplaşmalarla beslenmekte ve toplumsal barışı tehdit etmektedir. Ancak, eğitim, sivil toplum ve medya gibi araçlar kullanılarak tahammülsüzlük kültürü aşılabilir ve daha uyumlu bir toplum inşa edilebilir.


Kaynakça

Arendt, H. (1958). The Human Condition. University of Chicago Press.

Bourdieu, P. (1984). Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste. Harvard University Press.

Durkheim, E. (1893). The Division of Labor in Society. Free Press.

Elias, N. (1994). The Civilizing Process. Blackwell Publishing.

KONDA. (2020). Toplumsal Kutuplaşma Araştırması

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu. (2022), 2022 Kadın Cinayetleri Raporu

Suriyeli Mülteciler Raporu (2023). Göç ve Entegrasyon Raporları

TÜSES. (2019). Siyasal Kutuplaşma ve Sosyal Medya Kullanımı