Yaşamın Görünen Yüzünü Anlamak: Kent Sosyolojisi 101
Kentlerin bilinen ortaya çıkışı tarımın da yaygınlaştığı Neolitik Devrim özellikleriyle denk geliyor.
Tarımın yaygınlaştığı, herkesin bildiği gibi insanların hayatta kalması zorlaşmıştır. Yerleşik yaşamda nüfus artışına neden olmuştur. İlk modern olmayan kentleşmelerin oluşumu yine bu tarımın yoğun ve ticaretin alanları, Mezopotamya; Mısır, Çin ve İndus Vadisi başladı. Kentin ilk örneği olan modern öncesi kentler vasıf ve donanım anlamında modern kentlerle karıştırılmamalıdır. Burada kentlerin özellikleri, tarım desteklerinin depolandığı alanlar, ticaretin yapıldığı pazarlar ve sosyal örgütlenmelerin, iş alanlarının yaygınlığının ortamları olarak genişletilmesi.
Kent olgusu sıcaklık literatüründe net bir tanımın olmamasıyla beraberlik tüm tanım ortaklıklarınca elde edilen en öz açıklama, ayrıntıların yaşadığı; Belli olan, ekonomik, kültürel, politik ve sosyal iletişimlerin yoğunlaştığı yerleşim mekanlarıdır.
Kent, insanların gezi alanından daha karmaşık, daha yoğun ve mecburen daha organize bir yaşam biçimini geliştirdikleri yersel birimdir.
Kentleşme, gidiş gidişat kentlere göçle ortaya çıktığı görülmektedir. Kentlileşmeyse, yaşam biçimlerinin; değerlerinin ve normlarının, kentlerde yaşayan kimseler tarafından benimsenmesi anlamına gelmektedir.
Kentleşme süreci, Sanayi Devrimi ile hızlanmıştır. Tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine geçişi hızlandıran Sanayi Devrimi, büyük hızlardaki nüfus hareketlerine neden olmuştur. Şehirden kırdan göçü hızlandıran en önemli etken bulunabilmesinin kolay olması.
Nihayet 20. yüzyılda kentleşme evrensel boyuta ulaşım tamamlandı. Özellikle az gelişmiş ve büyüme hızlı bir kentleşme süreci başladı. Günümüzde dünya çapında büyük bir kısmı kentlerde, kıyı kesimi olan kentlerde yaşamaktadır. 20.yüzyıl kentlerini modern öncesi kentlerden ayıran en önemli, modern kentlerin yalnızca ve sosyal yaşam değil, aynı zamanda kültürel ekonomik üretimin ve yeniliklerin de merkezi olarak kabul edilmesidir.
Kentleşme süreci, çeşitli sosyal yaşamların yaşanması; Sınırsız yoksulluk, ekolojik sorunlar, gecekondu ve çöküntü bölgeleri ve iş bulma rekabetine bağlı olarak sosyal eşitsizlikler söz konusu sosyal gelirin yalnızca birkaçıdır.
Marx, Durkheim ve Weber gibi klasik sosyologlar kent olgusunu özel bir alan olarak ele almıştır. Yeni üretim ilişkilerinin değişken sınıfları ve bu sınıfların kentteki mekânsal yerleşimleri konu edinilmiştir.
Kentleri, feodalizmden kapitalizme geçişin nesnesi olarak görmüşlerdir. Durkheim, toplumun büyük boyutlarının bir kent olduğunu savunmaktadır. Tönnies'in sahte cemaat ve cemiyet kayıt kent çalışmaları kır ve kent kayıt tartışmalarının da gerçekleştirilebilmesinden mevcuttu.
Marx'a göre, maddi yaşamın örgütlenmiş bir görünümü olan maddi üretim biçimi; Diğer tüm hukuki, hukuki ve manevi cezaları oluşturan temel etkenlerdir. Üretim zamanındaki tüm toplumların evrimini çözümleyen Marx, sanayi toplumunun kapitalist analizinde kentleri üretimin üretimi ve sınıf bilincinin olduğu yerde yaşadı.
Marx ve Engels'in yazılarında kent bir ülke içinde olumluluk ve potansiyel bakış açısı kutlanırken diğer tarafta açılan sefalet ve sorunlar nedeniyle elendi. Eleştirilerinin en önemli nedeni ise kentlerin gezi alan üzerindeki kontrol sağlayıcısı bir üretim biçimini yaratmasıdır. Kır-kent listesinde yer alan en önemli zihinsel ve maddi iş kaynaklı savunucu Marx ve Engels bölümü, dönüşüm potansiyeli olan güçlerle iç içe olan bu ikircikli devrimci devrim potansiyelini taşıdığını düşünmektedir.
Marx ve Engels'in yansıra Alman ideolojisinde de kır-kent muayenesi feodal üretim ilişkilerinden kapitalist üretime geçişin bir okuması olarak sürdürülmektedir. Bu bağlamda, kent yalnızca üretim güçlerinin değil, erkin toplandığı toprak mülkiyetinden kopuk kapitalizme dayalı bir yerleşmedir. Kentler burjuvazisi ve emek proteinleri kendilerinden oluşur. Bu özgün fikir oluşumu ve kontrol aşamasında, sınıf yapısı doğuşuna uygun zeminde hazırlanmaktadır. Kent üzerindeki çatışma paradigmaları ufuk açıcı olsa da kendi içinde yer ayrılıkları yaşar ancak Engels' in İngiltere'de Emekçi Sınıfı Durumu olarak farklı yazımı paradigmasının tüm kayıtlı sistemli ve bir biçimde açıklanmaktadır.
Marx ve Engels’in sınıf çatışmasının ve sınıf bilincinin oluşması temelinde ele aldığı kenti Durkheim dayanışma ve iş bölümü kavramlarıyla ele almaktadır. Durkheim’ın en bilinen kavramlarından olan dayanışma, organik ve mekanik olmak üzere iki kategoriye ayrılmaktadır. Organik dayanışma kavramı, modern toplumları ve kentleri açıklamak için kullanılabilir. Organik dayanışma, daha çağdaş oluşumları içerir. Toplumun bütünlüğü açısından her kurumun kendine ait görevleri yerine getirdiği ahenkli bir bütünü temsil eder. Kent toplumunda iş bölümü oluşmuştur ve bu iş bölümünün oluşmasının zorunlu bir sonucu olarak organik dayanışma gerçekleşir. İş bölümünün artışı iki faktörle açıklanır; maddi ve manevi yoğunluk. Maddi yoğunluk, nüfus yoğunluğunu manevi yoğunluksa toplum üyeleri arasındaki etkileşimi ve toplumsal ilişkileri içermektedir. Durkheim’a göre, toplumdaki kentleşmeyi manevi yoğunluk belirlemektedir. Durkheim, toplum ve kent arasında bir ayrımın mümkün olamayacağını savunur. Ona göre, kent yalnızca orta çağda kendi başına anlamlı bir birimdir. İleri kapitalist toplumlardaysa kent, toplumun ana kurumlarından olma iddiasını taşıyamamaktadır. Kent yalnızca belli toplumsal güçlerin gelişmesi için tarihsel önemi olan bir koşuldur. İş bölümü örgütlenmesinin belirleyici olduğu bu kent anlayışının yanı sıra örgütlenmenin bu sefer ekonomik ve siyasi yanlarıyla ilgilenen Max Weber ile devam edelim.
Weber’e göre, kent tarımdan ziyade ticaretle ilgilenen bölgelerin tümüdür. Weber Alman ideolojisinin de etkisiyle feodalizm ve kapitalizme geçiş aşamasında oluşan kentleri rasyonellik ruhunun gelişmesi anlamında ele alır, buradaki en önemli kavramı “the city” dir.
Weber’e göre, kenti analiz etmek için nüfus yeterli bir ölçü değildir. Önemli olan kentin ekonomik ve siyasal örgütlenme biçimidir. Kentleri tüketim ve üretim kenti olarak iki kategoriye ayırır. Tüketim kentleri, antik ve orta çağ kentlerini içerirken üretim kentleri yalnızca çağdaş kentlerdir. Weber kentin tek başına ele alınabilecek bir olgu olmadığını kent kuramı geliştirmenin bir faydası olmayacağını savunur. Ona göre kent kapitalizmin bir parçası olarak düşünülmelidir ve feodalizmden kapitalizme geçişte yaşanan kentlileşme bir ideal tip olarak ele alınmalıdır; bölgenin, kent olarak değerlendirilebilmesi için pazar yeri, özerk bir mahkemesi, oylarla belirlenen idari yönetim kadrosu, ilgili birlik biçimi ve istihkam şarttır.
Alman İdeolojisine Bir Başkaldırı ve Ekolojik Kurama Giriş: Georg Simmel
Simmel klasik Alman geleneğinden farklı olarak formel biçimsel sosyoloji anlayışının temsilcisidir. Simmel’e göre, sosyoloji; içinde toplum olan toplumsal bütünlerin tümünü inceler. Simmel formel sosyoloji anlayışını geliştirmiştir. Simmel sosyolojisinin en verimli yönlerinden biri modern toplumlarda kurulan ilişkiler hakkında varsayımların detaylandırılması ve toplumsallaşma biçimleri içindeki sosyal dinamiklerin, dürtülerinin bireysel rollere yaptığı vurgudur. Simmel, kent yaşamının kişilik üzerindeki etkilerini ve şahsiyette meydana getirmiş olduğu değişiklikleri inceler. Kent yaşamı bireylerin kaderini tümden etkilemiştir. Modern yaşamın en önemli sorunu bireyin kendini ezen, sosyal ve kültürel düzen içerisinde bağımsızlığını, bireyselliğini korumak için zorunlu olarak çabalamasıdır.
Simmel’in bu konuda kaleme aldığı yazımı, metropol ve zihinsel yaşam, modern bireylerin metropol yaşamı içerisinde kendi bireyselliklerini kurarken hangi süreçlerle karşılaştığı ve ne derecede uyum sağlayabildiğini konularını içerir. Ona göre, modern metropolde yaşayan bireyler maddi ve manevi olarak her gün metropole uyum sağlar, kendini yeniden üretir. Bu süreçte birey bir takım psikolojik- sinirsel uyarıların yoğunlaşmasını yaşar. Söz konusu yoğunlaşma, Simmel’ e göre; bireylerin iç gelişmesinden değil kentin doğasından kaynaklanır. Kent yaşamı, bireylerin yaşamında farklılıklara neden olmaktadır. Sosyal-psikolojik kuramın bir diğer temsilcisi olan Louis Wirth, Simmel’in de etkisiyle Chicago Ekolü geleneğini oluşturur.
Chicago ekolü ya da bir başka değişle ekolojik kuram, 1.Dünya savaşının ardından E.Burgess ve L.Wirth’ün çalışmaları ile başlamıştır. Modern anlamda ilk kent bilim okuluna ev sahipliği yapan Chicago Üniversitesi yapılan çalışmaların 20.yüzyılın başlarından yakın dönemlere kadar kent çalışmalarına önemli etkileri olmuştur. Kent analizine ilişkin ilk kuramsal çerçeve söz konusu ekol tarafından oluşturulmuştur. R.Park’ın oluşturduğu kentsel ekoloji disiplini içinde temellenen kuramsal yapı Burgess ve McKenzie’nin katkılarıyla büyüme süreçlerinin de analiz edildiği kapsamlı, kentsel kuram haline gelmiştir. Ekolojik kuram kent sosyolojisinin özel bir alan olarak ifade edildiği ilk yerdir. Kent yaşamının bireylerin kişiliklerinin farklılaşmasındaki etkilerini temel alan Simmel’in öğrencileri; R. Park ve E. Burgess da okulun kuramcılarındandır.
Kentsel ekoloji kavramını kullanarak kent analizine özgü bir kavram getiren Park, Durkheim ve Darwin’in yöntem ve kavramları aracılığıyla, geliştirdiği fikirleri üzerinden hızlı bir gelişme ve büyüme sürecinde olan Chicago kentini çalışmalarının merkezine alır. Böylece kent kuramcılarına üzerine çalışacakları malzemeyi de sunmuş olurlar. Kentsel ekolojistler, kent sosyolojisinde kavramsal çerçeve sunmaları açısından önemli çalışmalar gerçekleştirmekle beraber kentlerdeki mevcut yapıyı sabit görmeleri nedeniyle de eleştiriye uğramışlardır.
Ekolojistler, kentsel mekân ve sosyal süreçler arasındaki ilişkileri ve kentsel mekânın sosyal yapı üzerindeki etkilerini incelemekle sınırlı kalmışlardır.
Ekolojistlerinin açıklamalarının kent araştırmaları düzeyinden kent kuramı haline gelmesi ise Burgess ve McKenzie’nin kentlerin büyüme süreçleri üzerine yaptığı analizlerle mümkün olmuştur.
1921 yılında, Park; ilk kez insan ekolojisi kavramını kullanarak kentleri sosyal bilimcilere yeni bir laboratuvar olarak önermiştir.
Kenti ilk kez sistematik olarak analiz eden kuramcı olan Park, İnsan ekolojisi kuramını geliştirirken Darwin’den kuramsal çatıyı Durkheim’dan ise yöntem biçimini kullanmıştır.
Park’a göre, kentler; bir düşünce hali, geleneklerin ve aktarılan örüntülü tutum ve duyguların bir birliğidir.
Park, ekoloji kuramda şehrin merkezden çevreye doğru doğal alanlar şeklinde farklılaştığını kabul etmiştir.
Ekolün kuramcılarından olan Burgess özellikle ortak merkezi daireler kuramı ile tanınır. Söz konusu kuram rekabetçi ekonomik sistemin işleyişini simgeleyen bir anlatıdır. Aynı zamanda, mekânsal olarak büyümeyi ve sosyal değişimleri de söz konusu kuramıyla açıklamaktadır.
Ona göre, mekânsal hareketlilik sosyal anlamda bozulmanın en temel nedenidir.
Ekolojik olanın fiziki büyümesi üzerine, doğal alanlara bölünmüş olan fiziksel çevre, sosyal örgütlenmenin nedenidir. Burgess’a göre, modern toplumun en önemli yönü kentlerin büyüyüp gelişmesidir.
Doğal alanların, hakimiyet merkezine göre düzenlendiğini düşünen McKenzie bahsettiği düzenin açıklamasını yapmıştır. Ona göre, ekolojik birimler arasında kentsel gelişmenin temel süreçleri vardır ve bunlar, sırasıyla; yoğunlaşma, merkezileşme, ayrımlaşma ve istikrarlılıktır. McKenzie’ye göre, kentler politikalarla değil temel ekolojik süreçlerle gelişmektedir. Diğer ekolojistlerin durağan kent anlayışının aksine McKenzie dinamik kent öngörüsüne sahiptir.
Sonuç: Kent Sosyolojisinden Neo-Marksist Perspektiflere
Kent sosyolojisi, kentsel yaşamın dinamiklerini anlamak için sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinden yararlanarak geniş bir kuramsal çerçeve sunar. Marx, Durkheim, Weber ve Simmel gibi klasik sosyologlar, kenti, üretim ilişkileri, iş bölümü, dayanışma ve bireyin toplumsal konumlanışı üzerinden analiz ederek temel taşları döşemişlerdir. Bu bağlamda, klasik kent sosyolojisi, kapitalizm, sanayi devrimi ve kentleşmenin toplum üzerindeki etkilerini anlamada önemli bir rol oynamıştır.
Özellikle Chicago Ekolü ‘nün ekolojik kuramları, kentin sosyal yapısını, büyüme süreçlerini ve mekânsal düzenlemelerini anlamak için yeni yöntemler sunmuştur. Ancak, bu kuramlar zamanla eleştirilmiş ve kent çalışmalarında yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulmuştur.
Bir sonraki bölümde, bu ihtiyaçların karşılanmasında önemli bir yer tutan neo-Marksist kent kuramlarını inceleyeceğiz. Neo-Marksist yaklaşım, kenti kapitalist üretim ilişkilerinin bir arenası olarak ele alarak, kentsel mekânın yeniden üretimindeki eşitsizlikleri ve mücadeleleri vurgular. Böylece, modern kentleşmenin getirdiği sosyal sorunları, kapitalist sistemin bir sonucu olarak değerlendirme fırsatı bulacağız.